ÖLÜR MÜ HİÇ CAN YÜCEL?

CAN YÜCEL
(21 Ağustos 1926, İstanbul - 12 Ağustos 1999)

13 Ağustos 1999 Cuma sabahı, çayı demliğe koyarken “Kahvaltı Haberleri”nde kulağıma çalındı ismi. Birden içim cız etti. Evet, bir süredir kanserle boğuşan isyan, duygu ve kelime ustası, şair Can Yücel dün gece yarısına doğru kapamıştı gözlerini, bir daha açmamak üzere.

Eşim, yanaklarından süzülen iki damla yaşı silerken “bir daha gelmeyecek bir yürekli adamı daha işte kaybettik” dedi. “Nasıl buluruz bir daha böylesini?”

Bir de, Sevgili Aziz Nesin’i yitirdiğimizde (6 Temmuz 1995)  içimize dolmuştu bu büyük yalnızlık duygusu, bu derin boşluk. Sarıldık birbirimize bir süre...

Bazı insanlar sadece kendilerine benzer. Onları “kategorize” etmek olanaksızdır. Farklılıklarıyla orada dururlar hep. Kimseyi taklit etmez, daha önce söylenmemiş bir dili konuşurlar. Soyu tükenmekte olan kuşlar gibi azdırlar ve parlaktır renkleri. İşte öyleydi Can Yücel de...

Onunla hiç konuşmadım. Bildim bileli okurdum ama şiirlerini. Cezaevi öykülerini de okudum. Şiirleriyle yapılmış Yeni Türkü şarkılarını da hep severek dinledim. 26 Aralık 1979 - 12 Eylül 1980 tarihlerinde yayınlanan günlük Demokrat gazetesinde kulak verirdim o gür sesine. Sonra bazı etkinliklerde, derken TV ekranlarında dinlerdim onu. İçerde, dışarda ama bu ülkede onun da yaşıyor olması huzur vericiydi sanki, umuttu ve bir çeşit güven duygusuydu. 18 Nisan 1999 seçimlerinde ÖDP'nin İzmir 1. Bölge milletvekili adayı olarak sevindirdi bizleri. Kolektif  yüreğimiz, zekamız, içimizde kalan isyankar ve yaramaz çocuk gibiydi Can Yücel...

73 yaşında “gencecik” sonsuzluğa uğurladığımız "Can baba"nın 50 yıllık şairliğinde yazdıklarından, Türkçe'ye çevirdiklerinden elbet bir şeyler okumuşsunuzdur. En azından tam yerinde kullanılmış birkaç küfürünü mutlaka duymuşsunuzdur. Kitapçılarda kitapları, internette şiirleri, resimleri var. 

İster ilk okuyor olun, ister defalarca, daha ilk satırda içinize dolar o “ağız dolusu yaşamın” doyulmaz tadı. Onun enerjisi hemen okuyana geçer, için içine sığmaz olur, aşık olursun, muhalif olursun, alimallah “devrimci” olursun...

Yaşadığı gibi, farklı oldu cenazesi de Can babanın. İzmir’den başlayıp çok sevdiği Datça’da biten son yolculuğu en özgür cenaze töreniydi belki bu ülkenin. İsteyen onun için dua okudu, isteyen şiir. Kimi şarkı söyledi mezarı başında, kimi de şarap içti... Çocuklar, gençler ve 80’lik ihtiyarlardan oluşan renkli bir kalabalık, günebakan çiçekleri ve begonviller ile uğurladı onu.

Onu bir şiirle uğurladım ben de o gün:

CAN BABA

Güldür güldür gittin Can Baba.
Güldüre güldüre
kızdıra kızdıra, düşündüre düşündüre...

Senin şiirlerin büyütmüştü bizi oysa.
Kavgada, dost cenazesinde
içerken, küfrederken
sevişirken...

Ağlattın bizi bugün Can Baba.
İlk defa...
Sana değil, yok sana değil göz yaşlarımız
yalnızlığımıza...


Evet, alışmak için tekrarlıyorum arada: "Can Yücel de öldü!" Ölümlere çok alışkın yüreğim buruluyor bunu söylerken. Ülkemizin gökkuşağından çok güzel bir renk daha eksildi. Eminim o bu kadar dert etmiyordur. Öfkeli neşesiyle elinde kadehi, dalgasını geçiyordur bizimle şimdi...


Bülent Aydın
6 Eylül 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder