CEMAL ATAŞ (1961 - 17 Temmuz 2005) |
CEMAL ATAŞ ÖLDÜ AMA 12 EYLÜL YAŞIYOR
21 Temmuz 2005 Perşembe günü BirGün gazetesinde yayınlanan ölüm ilanını gördüm. Belli belirsiz gülümseyen fotoğrafının altında “Cemal Ataş / 1961” satırlarından sonra, şöyle yazıyordu: “Göz bebeğimiz, en küçüğümüz, kardeşimiz Cemal’ımızı hayat kavgasında kaybettik. Acımızı anlatacak kelime bulamıyoruz... AİLEN”
Bu bizim Kocamustafapaşa Dev-Genç’li, ele avuca sığmaz “Ufaklık” Cemal değil mi?
Yüreğime bir sızı saplandı. Ertesi gün yapılacak cenaze töreninin duyurusundan sonra eklenmiş irtibat telefonunu aradım hemen. Ablası Güler Ataş “Evet dedi, sizin Cemal, benim de kardeşim"... 12 Eylül fırtınasının ardından yaşamını sürdürdüğü Almanya’nın Dortmund kentindeki evinde otururken fenalaşmış Cemal. “Ambulans çağırın, ben galiba beyin kanaması geçiriyorum” demiş evdekilere. Bunlar Cemal'in son sözleri olmuş. Beyin damarlarında oluşan anevrizmanın yol açtığı kanama resmi ölüm nedeni...
ÇOK
UZAKTA...
17
Temmuz 2005 günü, henüz 44 yaşında, mahallesinden, şehrinden ve ülkesinden çok
uzakta hayata 'sessiz sitemsiz' gözlerini
kapayan, evli ve iki çocuk babası Cemal Ataş’ın öyküsü, bir başka 12 Eylül
hikayesidir.
70'li
yılların sonunda, henüz lise yıllarında başlayan devrimcilik, faşist milislere
karşı amansız bir mücadele, iç savaş benzeri sokak çatışmaları... Sonra
sıkıyönetim. Cemal'i 19 yaşında yakalayan 12 Eylül 1980 darbesinin karanlık günleri. Baskı ve
kovalamaca, kaçaklık, işkenceler...
![]() |
Cemal Ataş cezaevinde (Sol altta) |
12 Eylül'ün askeri mahkemelerinde yargılanma. "Yargılanma" dediysem lafın gelişi. Hüküm baştan belli. 10 yıl Elazığ ve İstanbul Bayrampaşa cezaevlerinde en kötü koşullarda mahpusluk ve ardından firar. Sonrası hem ekmek hem de onur mücadelesi, burası dar edilince mültecilik... Gurbet, hasret yılları, ayrılıklar ve işte ansızın gelen ölüm...
Cemal
Ataş'ın Almanya’dan gelen tabutunu Bahçelievler Yaşam Hastanesi morgundan
teslim almaya gittik ertesi gün. Morgun önünde yakıcı İstanbul Temmuz güneşinden
korunmak için ağaç gölgesine sığınmış ağlaşan Trakyalı, Karadenizli amcalar ve teyzeler,
incecik ufak tefek bedenine siyahlar giyinmiş eşi Asuman, abisi Mustafa Ataş
öğretmen, ablası Güler Ataş. Masada etrafa şaşkın bakan iki güzel çocuk.
Kızı Temmuz, oğlu Cem. Haberi alınca 25 yıl önceden
arkadaşlarını uğurlamaya gelmiş eski dostlar...
Tabutu
arabaya koyduk. Ablası Güler Ataş, kısa bir konuşma yaptı: “Devrimci kardeşimiz Cemal’i uğurlamak
için toplandık. Onun hikayesi hem özgün hem ortak bir 12 Eylül hikayesidir.
Yani bizim hikayemizdir.” Sonra teşekkür etti Cemal’i son
yolculuğunda yalnız bırakmayan dostlara.
SON
KUCAKLAŞMA...
En son,
geçtiğimiz (2005) Nisan ayında, İstanbul EskiDostlar gecesinde görmüştüm ben
Cemal’ı. Bir ara o kalabalıkta birisi sırtıma dokundu. Baktım, kısa boylu,
sevimli, saçları dökülmüş bir arkadaş. Önce tanıyamadım. “Ben Paşalı Cemal” dedi. Hemen ardından muzipçe
ekledi: “Badermaynof Cemal!”... 25
yıllık görüşmemişliğimizle sımsıkı sarıldık birbirimize. Hemen anlattı,
1990’dan beri yurt dışındaymış. Tasadüfen buradayken buluşmamızı duyup gelmiş.
Turizm işiyle uğraşıyormuş. Ufak tefek sorunları varmış ama sağlığı iyimiş. Çok
sevindim onu gördüğüme. En kısa zamanda Paşa'da buluşmaya sözleştik. Meğer bu
son görüşmemizmiş.
12
Eylül işkencehanelerinde şöyle derdi işkenceciler bize: “Ölmedik de kurtulduk sanmayın oğlum. Artık
hayretmez sizin durumunuz. Çok yaşamazsınız buradan sonra. Yarım bıraktık sizi
çünkü. Her biriniz ilerde genç yaşta öldükçe bizi hatırlarsınız!” Cemal
Ataş, bu yaşta kim bilir kaçıncı genç ölümüz bizim.
Önümüzdeki
aylarda (2005 Eylül), 12 Eylül darbesinin 25. yılı münasebetiyle cuntacıların
yargılanması, darbecileri ve suçları koruyan anayasa maddesinin kaldırılması
için etkinlikler yapılacak. Çünkü, binlercesi gibi, Cemal Ataş da öldü ama 12
Eylül hala yaşıyor bu ülkede...
KOCAMUSTAFAPAŞA
GÜNLERİ...
Cenaze
arabasının ardından araçlarımızla konvoy yapıp, yola koyulduk. Camlarda ve
yakalarımızda Cemal’in resmi, Beylikdüzü'ndeki mezarlığa geldik. Temmuz
güneşinin altına uzanmış tabutun önüne açılmış anma defterine onun için bir
şeyler yazdık. Mezarlık eğimli bir tepede. Bir yandan Marmara denizine, bir
yandan Çekmece gölüne bakıyor. Dalgın gözlerle etrafa bakan, ne gördüğünü
sorsanız söyleyemez insanlarla dolu etraf. İkili, üçlü sohbetlerde hep 'Ufaklık' Cemal ve Kocamustafapaşa günleri konuşuluyor:
“Gece-gündüz saldırırdı mahalleye faşistler. Önce
ekipler (polis arabası) gelir bizim kahvelerde arama yapar, peşinden onlar
sökün ederlerdi. Ellerinde silahlar... O arada kendini savunacak bir şeyler
buldun buldun, yoksa yandın. Cemal kaç vartayı atlattı böyle...”
“Paşa’nın etrafı faşistlerin üslendiği yurtlarla
çevriliydi. Fındıkzade’ye, Çapa’ya kolay kolay çıkamazsın. Yollarda pusu
kurulur, öğrenciler çevrilir, kimliklere bakılır, kimisi dövülür bazen de
kurşunlanırdı. Cemal de içinde devrimciler; hem kendilerini, hem okullarını, hem
de mahallelerini, sokaklarını korumaya çalışırlardı. Cemal gözünü budaktan
esirgemez, yaşına başına bakmaz en önde girerdi kavgaya...”
“Hatırlar mısın bir defasında, Cemal çantası içinde
ithal ve havalı bir matkap ile gelmişti. Çantayı yarım açıp matkabın kabzasını
sanki otomatik silahmış gibi gösterip epey korkutup kaçırmıştı faşistleri...”
“Grevdeki fabrikaların işçileri, gece olup karanlık
basınca grev çadırına yapılacak faşist saldırılardan çekinirdi. Cemal parmak
uçlarında yükselir, sesini kalınlaştırır “Dev-Genç’liyiz biz, sizi koruruz
sakın çekinmeyin bu köpeklerden!” derdi.
Bazen eve gidemez, yatacak yeri olmaz yine de önce
arkadaşlarının derdini sorardı. Yaralanana bir sağlıkçı arkadaş bulur, yazılama
yapılacaksa boya bulur, karnı aç olana para bulur, bulamazsa cebindekini verirdi...”
“Ne çok severdi mahallesini. Oysa ülkesine bile
gelemedi yıllarca. Cezaevinde uzun açlık grevlerinde hastalandı. Kalbi
rahatsızlandı, pil taktılar. Tansiyonu da vardı. Ama bırakmadı yaşamın
yakasını. Almanya’da da sürdürdü devrimci kişiliğini. Devrimciler bir araya
gelip ÖDP kurulunca oradan yardım etti elinden geldiğince...”
SON
VEDA...
Almanya'dan
gelen maun tabutundan çıkarıp, güneşten ısınmış toprağın içine, mermer bir
mezarın yanına açılan çukura koyduk beyaz kefene sarılı bedenini. Üzerini çabucak
örttük toprakla. Acımızı örter gibi. Yanımızda getirdiğimiz çiçekleri koyduk
üzerine. 3 yaşlı kadın fenalaştı, eşi Asuman ağladı mezarı başında. Dostlar
yaklaştı. Anısına 1 dakika saygı sessizliği.
Mahalleden
bir devrimci arkadaşı konuştu sonra: “Son
kez uğurluyoruz Cemal’imizi. Artık o delifişek, yürekli adam yok. Anısı biz
burada kaldıkça bizimle yaşayacak. Ondan çalınan yıllar kızı Temmuz ve oğlu
Cem’in ömrüne eklensin...”
Artık
sözlerin de bir kıymeti yok. Cemal gitti, anılar ve acılar bize kaldı.
Temmuz ve Cem boş
gözlerle bakıyorlar etrafa hala: “Anne,
ne çok arkadaşı varmış babamın? Nasıl duymuşlar buraya geldiğimizi? Nereden
biliyorlar bizim yaşadıklarımızı? Anne bunlar hep akrabamız mı bizim?..”
24
Temmuz 2005
![]() |
Cemal Ataş'a son veda (22 Temmuz 2005) |
Sevgili Cemal Dortmund da hastanede yanımda yaşama veda etti. Kızı Temmuz beni arayıp hastahanede olduğunu söyleyince başımdan kaynar sular döküldü.. Hemen Münster den hastaneye gittim ama çok geçti artık. Beyin ölümü gerçekleşmiş, makinalara bağlı yaşıyordu..
YanıtlaSil