Neşe Aydın, 22 Haziran 1962 yılında Ordu - Perşembe'de doğdu. Öğretmen anne babanın ilk çocuğuydu. Bir yıl sonra bir de erkek kardeşi oldu. Ufak tefek, simsiyah saçları ve koyu yeşil gözleri olan, zeki bir kızdı. Ele avuca sığmaz, hareketliydi. Perşembe'den sonra, Eşkişehir'de büyüdü. Çalışkan bir öğrenciydi. 1979 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (SBF) kazandı ve Ankara'ya geldi.
Öğretmen babası ve annesinin her gün helalleşip evden çıktığı, her akşam eve nasıl sağ salim dönüleceğinin hesabının yapıldığı yıllardı. Öğretmenlere, öğrencilere, işçilere, okullara, fabrikalara her gün yeni saldırılar düzenleniyor, muhalif aydınlar, gazeteciler öldürülüyordu. Neşe daha lisedeyken okuyan, soran ve anlayan birisi olmuştu.
SBF, bu ülkenin en önemli okullarından birisiydi. Kaydını yaptırırken yüreği tıp tıp atıyor, heyecandan yüzü kızarıyordu. İşte, kitaplarını okuduğu, adlarını duyduğu nice aydın ve liderin sıralarından geçtiği yerdeydi. Üniversitenin daha ilk yılında okuluna saldıran faşistlerin ve protesto gösterilerine müdahale eden polislerin şiddet ve nefretiyle yüz yüze gelmişti. Tabii, ülkenin gerçekleriyle de. Olanı biteni anlamak için daha çok okudu, yükselen muhalefet hareketinin yanında oldu. Gencecik yüreği yoksullarla, mazlumlarla, hak arayanlarla birlikte çarpıyordu artık.
1980 yılında, Tariş direnişi sırasında, Ankara'da yapılan protesto gösterilerinin birinde göz altına alındı. Bir haftaya yakın nezarette kaldı. Neşe'nin naif ve narin yapısı yüz yüze geldiği işkence, şiddet ve aşağılanma ile adeta kırıldı. Çok etkilenmişti. O dönemde içine girdiği depresyondan uzun süre çıkamadı.
12 EYLÜL...
Neşe'nin umut dolu dünyasının ıssızlaşmaya başladığı sıkıyönetim günlerinin ardından, 12 Eylül'ün ağır baskı koşulları geldi. Yaptığı her şey yasaklanmıştı. Okuduğu kitap ve dergiler toplatılmış, kendisini bir parçası saymaktan mutlu olduğu her yer kapatılmıştı. En sevdiği akrabaları, arkadaşları aranıyor, peş peşe tutuklanıyor, her gün gazetelerde, haberlerde öldürülenler, yakalananlar sergileniyordu. Ülke bir açık hapishane, okulu giderek Nazi kampına dönüşmüştü.
Depresyon, yerini ehvam ve süpheye ve zaman zaman büyük korkulara bıraktı.
Bilinci, şiddetli kaygılarla sarsılıyordu. Her an kötü bir şey olabilir, o da gözaltına alınır, arkadaşlarını ihbar etmesi için işkence yapılabilirdi. Şüphe, izlenme duygusuna yerini bıraktı. Evdekiler dahil herkes ona kötülük yapabilirdi. Artık herkesten şüpheleniyor, yolda yürürken arkasından gelenlerin polis ve ajan olduğunu, kendi odasında otururken bile dinlendiğini, izlendiğini sanıyordu. Çok kitap okuyor, çok sigara içiyordu.
Türkiye 12 Eylül faşizminin çizmesi altında inim inim inlerken, Neşe'nin yüreği de sanki parça parça sökülüyordu.
Çok sevdiği okulu da değişmişti. Okula ara verdi. 1985'de girdiği İstanbul Hukuk Fakültesine 1 yıl devam etti. Bu koca şehir de onun içindeki ve bilincindeki parçalanmalara melhem olmadı. Burası daha kalabalıktı. Daha çok kötülük, daha çok acı vardı. İşkenceler, ölümler, kayıplar bütün hızıyla devam ediyordu. Bütün bunlar Neşe'yi acıtıyordu. 1987 yılında, bu kez Ankara Hukuk Fakültesini kazandı. 1992 yılında oradan mezun oldu. Yıllar sonra SBF'ye de tekrar döndü. 1996 yılında da SBF'yi bitirdi.
GİRDAP...
Neşe, Hukuk Fakültesindeyken yüreğine değen bir gençle tanıştı. Evlendi, bir oğlu oldu. Adını Fırat koydular. Şimdi 5. sınıfta. Evliliği ve hamileliği hep sorunlu geçti. Hamileyken iyice kötüledi. 1993 yılında hastalığına şizofreni teşhisi konuldu. Tedavi gördü. Evliliği yürütemedi, ayrıldılar.... Neşe anne, babasının yanında hem kendini ayakta tutmaya, hem de çocuğunu büyütmeye çalıştı. Ona özene bezene seçtiği kitapları okudu. Hiç kimsenin bilmediği masalları anlattı.
Her şeyi bırakmış ama okumayı bırakmamıştı. Odasına kapanıyor, okuyor, okuyordu... Okumak belki hayatta tutunduğu tek şeydi. 2002'de avukatlık stajını yaptı, 2003'de mali müşavirlik ve noterlik belgesini aldı. Aralarda işe girip çalıştı.
Cenazesinde bir kenarda duran on kadar yabancı görünce yanlarına gidip Neşe'yi nereden tanıdıklarını sordum. "İşyerinden arkadaşıyız" dediler. "o çok iyi birisiydi. Kimseyi kırmaz, kimsenin hakkının yenilmesine izin vermez, her şeyi bilirdi. Onu çok sevdik. Ama ona bir türlü tam ulaşamazdık. En son 15 gün önce aradık, iyi değilmiş, bizimle konuşmak istemedi..."
Ben 1981 Haziranından itibaren İstanbul cezaevlerinde tutukluydum. Neşe, bana sevecen ve umutlu mektuplar yazardı ilk yıllarda. Gönderdiği iyi seçilmiş kitaplar, dergiler, özene bezene yazılmış sözler ve şiirler yüreğimi serinletirdi. Arkadaşlarımla birlikte okur, sevinirdik. Giderek mektupları karamsarlaştı.
Moralinin bozuk olduğunu yazdığı bir mektubuna üzülmüş, şu şiirle yanıt vermiştim:
Neşe kız
Ufak tefek
güzel gözlü yürek
kız
adını sakın unutma
gül...
Ufak tefek
güzel gözlü yürek
kız
baharı bekle
bahara sakın ihanet
etme...
Neşe için bahar hiç gelmedi. Mezarlık dönüşünde, tıka basa kitap ve defterle dolu kütüphanesini gözden geçirmesini söyledim kardeşine. Dün akşam aradı, şiirlerini yazıp sakladığı 200 sayfalık bir defterini bulmuş Neşe'nin. Kim bilir her sayfasında ne fırtınalar esiyordur...
ANEVRİZMA...
8 Eylül 2004 sabahı durdu Neşe'nin yorgun yüreği. Gözleri zaten yumuktu günlerdir. 1 hafta önce "anevrizma" neticesinde beyin kanaması geçirmiş, pat diye düşmüştü yere. "Başım çok ağrıyor" oldu son sözleri. 2 ay yatar böyle yoğun bakımda, sonra durumu belli olur" demişti doktorlar ama, asılacak bir hayatı olmadı ki onun. Gencecikken, alelacele kurulmuş darağaçlarında asılan yaşıtlarının urganı kadar güçlü değildi ki onun hayat bağları...
Son günlerde iyice kötülemişti, evdekilerden çıkarıyordu hıncını. Sadece onun kollarındayken içinin ısındığı, yüzünün biraz olsun güldüğü oğlu Fırat bile, "Sen benim annem değilsin. Sen git, annem gelsin!" demişti o gün.
Oysa yaşıtları, 12 Eylül'ün 24. yılında "darbeciler yargılansın" diye kampanya yapıyordu dışarda. 12 Eylül günü Ankara'da yapılacak yürüyüşe hazırlanıyorlardı. "Geçmişi, gerginliği kaşımanın ve geleceğe ipotek koymanın doğru olmadığını" söylüyordu parlementodaki muhalefet partisinin lideri bile. Ama Neşe'nin ve daha bir çok yaşıtının hiç geleceği olmadı ki.
Onların 12 Eylül'ü her gündü, hiç bitmedi. Onların geçliği, umutları, yüreği ve hayatı 12 Eylül günlerinde kırılmış ve bir daha hiç onarılamamıştı. Hiç geride kalmamıştı baskı ve zülüm günleri. İçlerine girmiş, bilinçlerini kemirmiş dengelerini bozmuştu. Tıpkı koca bir toplumun yıllar süren yasaklarla, baskı yasalarıyla, kötürüm edilmesi, üzerine ölü toprağının serpilmesi gibi...
Şimdi Ankara'da, Karşıyaka Mezarlığında 1.5 metrekarelik yerinde yatıyor, amcamın kızı Neşe Aydın. Öldüğünde henüz 42 yaşındaydı ve ömrünün yarısını bile yaşamamıştı... Geride boynu bükük bir oğul, 200 sayfalık bir şiir defteri ve resimlerdeki gülüşünü bıraktı.
Gözünüz aydın olsun darbeciler, diktatörler, vatan kurtarıcıları... Siz mutlu mesut yaşayın ömrünüzün sonuna dek, çok başarılı oldunuz çünkü. Kırıp söndürdüğünüz umutlar ve gencecik hayatlara, bugün bile yenileri ekleniyor.
Bülent Aydın
10 Eylül 2004
+++++
+++++
REFİK DURBAŞ'IN KALEMİNDEN:
RÜZGARA ALFABE
Bir Eylül Hikayesi...
Öğretmen babası ve annesinin her gün helalleşip evden çıktığı, her akşam eve nasıl sağ salim dönüleceğinin hesabının yapıldığı yıllardır. Daha lisedeyken okuyan, soran ve anlayan birisi olmuştur. Üniversitenin ilk yılında okuluna saldıran faşistlerin ve protesto
gösterilerine müdahale eden polislerin şiddet ve nefretiyle yüz yüze gelmiştir. Ülkenin gerçekleriyle de...
1980 Tariş direnişinde, Ankara’da yapılan protesto gösterilerinin birinde gözaltına alınır. Bir haftaya yakın nezarette kalır. Narin yapısı, yüz yüze geldiği işkence, şiddet ve aşağılanma ile adeta kırılır ve girdiği depresyondan uzun süre çıkamaz.
Umut dolu dünyasının ıssızlaşmaya başladığı sıkıyönetim günlerinin ardından, 12 Eylül’ün ağır baskı koşulları gelecektir. Yaptığı her şey yasaklanmıştır. Okuduğu kitap ve dergiler toplatılmış, kendisini bir parçası saymaktan mutlu olduğu her yer kapatılmıştır.
En sevdiği akrabaları, arkadaşları aranıyor, peş peşe tutuklanıyor, her gün gazetelerde, TV haberlerinde öldürülenler, yakalananlar sergileniyordur.
Depresyon, yerini evham ve şüpheye, zaman zaman da büyük korkulara bırakır. Çünkü ya o da gözaltına alınırsa ya arkadaşlarını ihbar etmesi için işkence görürse? Şüphelerini izlenme duygusu izler. Artık herkesten şüphelenmekte, yolda yürürken arkasından gelenlerin polis ya da ajan olduğunu, odasındayken bile izlendiğini sanıyordur.
Bu sırada okula ara verir. Daha sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne devam edecektir, ama bu koca kent de yüreğindeki ve bilincindeki parçalanmalara merhem olmaz. 1987’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanır ve 1992’de mezun olur.
Hukuk Fakültesi’ndeyken yüreğine değen bir gençle tanışmıştır. Evlenirler, bir oğulları olur: Fırat...
1993’te hastalığına şizofreni teşhisi konulur. Tedavi görür. Bu sırada yürümeyen evliliğini bitirir. Anne-babasının yanında hem kendini ayakta tutmaya, hem de çocuğunu büyütmeye çalışır. Ve 8 Eylül 2004 sabahı durur yorgun yüreği...
Şimdi Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı’nda 1.5 metrekarelik yerinde yatıyor, boynu bükük bir oğul, 200 sayfalık bir şiir defteri ve resimlerdeki gülüşü hatırasında bırakarak...
***
Adı Neşe Aydın’dı, yani sevgili arkadaşım Bülent Aydın’ın amcasının kızı...
Yukarıda satırları Bülent Aydın’ın internet sitesi Turnusol'da yazdıklarından özetlemeye çalıştım. Çünkü Neşe Aydın’ın hikayesi, 12 Martları, 12 Eylülleri yaşamış hem benim kuşağımın hem benden sonra gelenlerin de macerası......
Nasıl unutulur?
Bülent Aydın’ın yazdıklarını okuduğum akşam, televizyonda “beşN birK” programında Cüneyt Özdemir, 1967’de Yunanistan’da darbe yapan cuntanın üç liderinden bugün göz hapsinde yaşayanı ile konuşuyordu. İdamdan dönen, daha sonra cezası müebbet
hapse çevrilen eski albay hala yaptıklarını savunuyor, “komünizm” tehlikesinden dem vuruyor ve geçinemediğinden yakınıyordu: “43 yıl bu ülkeye hizmet ettim, altı yıl devletin üst kademesinde bulundum. Buna rağmen hakkım olan emekli maaşımı kestiler, şimdi yazdığım dört kitapla geçiniyorum.”
Albay, herhalde Neşe Aydın benzeri Yunanlı gençlerin başından geçenleri anlatıyordur kitaplarında...
Oysa mesela resim yapsa daha rahat bir hayat sürmez miydi?
19 Eylül 2004 Pazar
Sabah Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder