78 kuşağı devrimci gençlik mücadelesinin önderlerinden, İTÜ-Der ve Marmara Dev-Genç Başkanı Timur Semerci geçtiğimiz Pazar günü yaşamını yitirdi. Ertesi gün Küçükbakkalköy Mezarlığı girişindeki alanda yüzlerce yoldaşı ve arkadaşının katıldığı bir törenle sonsuzluğa uğurladık onu. Annesi ve babasının yanına toprağa verdik.
Ben Diyarbakır
Lisesini bitirip 1975-76 ders yılında İTÜ Maçka Maden Fakültesine geldiğimde,
Taşkışla İTÜ İnşaat Fakültesi 3. sınıftaydı Timur Semerci. 46 yıllık arkadaşım.
Onun peşinden Dev-Genç’li oldum. 16 Mart 1978’de Beyazıt Meydanında, 1976 – 77
– 78 yılları 1 Mayıs’larında yüz binlerle birlikte Taksim’deydik. 12 Eylül
yıllarında aynı gün tutuklanıp cezaevine girdik. Sıkıyönetim mahkemesinde aynı
davada yargılandık. Yıllar sonra aynı gün tahliye olduk. “Kader arkadaşım” yani…
154 gündür sadece
serumla besleniyordu. Damar yolu da artık çalışmayınca, Cumartesi günü son kez
hastaneye götürdük onu. Doktoru “Nasılsınız Timur bey?” diye sordu. Güçlükle
“İyiyim” dedi. Son sözü iyilik oldu. 21 Kasım 2021 Pazar saat 09.15’te sessiz
ve sitemsiz verdi son nefesini.
67 yaşında
kaybettiğimiz Timur Semerci, İstanbul’da
üniversitelerden başlayarak 1974 – 80 sürecinde giderek güçlü bir halk
hareketine dönüşen anti-faşist mücadele sürecini örgütleyenler gençlik
liderleri arasındadır.
KANSER İLE MÜCADELE
8 yıl önce “küçük
hücreli” akciğer kanseri teşhisi konuldu Timur’a. “Ameliyat edilemez” denildi. “Hastalık
4. evrede” dedi doktoru daha ilk gün. Eşi Ayşe’nin yanında, yine “kader
arkadaşlarımdan” Ahmet Kenger ile biz de oradaydık. Dedim “4’den 1’e doğru mu
sıralanıyor, yoksa 1’den 4’e doğru mu doktor bey?” İkincisiymiş. “Mücadele
edilecek ama, Timur bey’de azim, bizde etkili ilaçlar var. Hemen başlıyoruz
kemoterapiye” dedi doktor. Mücadele bildiğimiz iş. Elbette sonuna kadar gidilecek!
O gün başladı Timur’un
kanserle mücadelesi. Periyodik kemoterapi ve radyoterapi seansları ve bazı
operasyonlar boyunca hiç yalnız bırakmadık biz de arkadaşımızı. Hastalık yeni
bir atak yapınca tekrar başladı mücadele. Hep moralli ve umutluydu Timur. Biz de
hep yanında. Başka arkadaşlarımız da yakından takip etti bu süreci. Kemoterapi
koltuğunun etrafını sarıyorduk seans boyunca. Öyle ki, “Tedavi başarılı olmazsa
- Hiç bir şeyden çekmedi refakatçilerinden çektiği kadar - diye yazdıralım
senin mezar taşına” diye takılıyordum ona bazen. Beşiktaş’ta arkadaşımız
Hürriyet’in yeri vardı. Güler yüzlü, eli lezzetli arkadaşımızın kafe’sindeydik her kemoterapi öncesi veya sonrası. Eski dostlar
ile bazen de İTÜ’den arkadaşlarla orada
buluştuk.
Hürriyet Kafe, pandemi
öncesi kapandı. Timur hastanedeyken Hürriyet meşhur ekşili köftesinden yaptı
evde mutfağında. Timur pek bir şey yiyemiyor, damardan besleniyordu. Ama
yatakta doğruldu ve belki de iştahla yediği son yemek oldu bu.
İTÜ-DER ve DEV-GENÇ
YILLARI
Timur Semerci, 1974
affıyla cezaevinden çıkan İTÜ’lü devrimciler Harun Karadeniz ve Zeki Erginbay’ı
dinliyor okuldaki forumlarda ve devrimci olmaya karar veriyor. 1975 yılında
çoğaltmak için kendisine verilen ve pelür kağıda daktiloyla yazılmış, 68’in
devrimci önderlerinden Mahir Çayan’ın
“Kesintisiz Devrim” broşürünü okuyup “Cepheci” olur. Devrimci olduktan
sonra katıldığı ilk büyük eylem, 1 Aralık 1975’te faşistler tarafından
öldürülen Galatasaray Mühendislik öğrencileri Cezmi Yılmaz ve Halil
Pelitözü’nün İstanbul Üniversite’nde yapılan cenaze törenidir. İTÜ’den büyük
bir grupla buraya katılırlar.
Bir yandan gece bölümü
öğrencisi olarak okula devam eden Timur Semerci, gündüzleri İstiklal Caddesi
üzerindeki PEVA adlı bir piyasa araştırma şirketinde çalışıyor. İş çıkışı
Taksim’de Sular İdaresi duvarına dayalı kurulan seyyar kitap tezgahlardan alınan Marx’ın, Lenin’in Sol
Yayınları’ndan çıkan kitaplarını okuyup, sınıf arkadaşları Ahmet Fazıl Ercüment
ve Bulgar Hasan ile tartışıyor. Hep beraber tartışa tartışa “İTÜ’lü devrimciler”
oluyorlar.
1976’ya
doğru işyerinden ayrılan Timur Semerci, okuldaki demokratik üniversite mücadelesine
daha aktif olarak katılmaya karar veriyor. Arkadaşlarıyla birlikte mücadeleyi
yükseltmek için okulun 1975 yılında kurulmuş olan öğrenci derneği İTÜ-DER’in
yönetimine yer almak gerektiğini düşünüyorlar. 1977 Nisan ayında Harbiye’deki
Spor Sergi Salonunda yapılan ve binlerce İTÜ öğrencisinin katıldığı kongrede
İTÜ-DER yönetimini “Devrimci Gençlik” dergisi taraftarları olarak açık bir farkla
kazanıyorlar. O yıllarda İTÜ, Taksim civarındaki 3 ayrı tarihi binadan
oluşuyordu. Timur Semerci’nin başkan olduğu İTÜ-DER yönetim kurulunda Taşkışla’dan
Serdar Harp, Ali Olgun ve Suavi Ürkmezer, Gümüşsuyu’dan Cengiz Saltoğlu, Mehmet
Karakurt, Maçka’dan İsmet Bektaş, Mustafa Ertaş, yine Maçka’daki MMF binasından
Mustafa Serçe, Ömer Akif Kopuz ve Selçuk Ilgaz vardır.
İTÜ-DER’in
yeri önce Beyoğlu Asmalı Mescit tarafındaydı. Daha sonra Taksim’e yakın,
Fransız Kültür’ün arkalarında bir sokaktaydı.
Milliyetçi
Cephe hükümetlerinin iş başında olduğu, faşist saldırıların alabildiğine
arttığı bir dönemde, neredeyse tüm öğrenci kitlesini kapsayan bir örgütlülüğe
ulaştı İTÜ-DER. Binlerce öğrencinin katılımıyla yapılan forumlarda ve tüm grupların
katılımıyla yapılan düzenli toplantılarla oluşturulan kararlar hızla hayata
geçiriliyordu. Fakülte ve sınıf temsilcilikleri seçimle belirleniyor, demokratik
üniversite mücadelesinde önemli adımlar atılıyor, akademik takvim, öğrencilerin
de görüşleri dikkate alınarak düzenleniyordu. Taşkışla’daki rektörlükte yapılan
İTÜ Senatosu toplantılarına İTÜ-DER başkanı Timur Semerci de katılıyordu. Can
güvenliğini sağlamak için okula toplu gidişler organize ediliyor, yemeklerin
kaliteli ve daha ucuza çıkması sağlanıyor, sanatsal - kültürel faaliyetler ve
İTÜ Spor Kulübü çalışmaları yürütülüyordu. İTÜ öğrencilerine saldırıların
yoğunlaştığı, öğretim üyelerine suikastlerin düzenlendiği bir dönemde İTÜ’de
sürdürülen mücadelede Timur Semerci ve arkadaşlarının kararlılığı çok etkili olmuştur.
Polis destekli birkaç işgal girişimi dışında, bu yıllar boyunca faşistler İTÜ’ye
giremediler.
Kasım 1973’te kurulan İYÖKD
ve 1976’da kurulan İYÖD derneklerinin
kapatılmasından sonra 1978’de kurulan İstanbul Dev-Genç’in yönetim kurulu üyesidir
Timur Semerci. Celalettin Can’ın başkan olduğu bu derneğin diğer yönetim kurulu
üyeleri Ayhan
Aksoy, Edip Eranıl, İbrahim Kemal Bingöl, Ali Rıza Uca ve Mesut Arıkan’dır.
1 Mayıs 1977’da
yayınlanmaya başlayan Devrimci Yol dergisi kısa sürede Türkiye’de en büyük
kitleselliğe ulaşan devrimci hareketin de adı oldu. Timur Semerci de Devrimci
Yol saflarında sürdürdü mücadelesini. 1978 yılından itibaren, üniversiteleri
aşan, yoksul mahallelerde, fabrika ve işyerlerinde örgütlenen devrimciler, ülke
çapında faşist saldırılara karşı aktif bir mücadele hattı oluşturmuş, düzene
alternatif yeni bir yaşamın nüvelerini yaratmaya başlamıştı.
1978 Mayıs – Haziran
aylarında İstanbul’da kurulan yeni gençlik örgütü Marmara Dev-Genç’in başkanı da
Timur Semerci oldu. UESYO’dan Samim Erdoğan’ın genel sekreter, Maliye
Muhasebe’den Naim Öztürk’ün sayman olduğu yönetimde Kadıköy Mühendislik’ten Ali
Pilpil, İTÜ’den Serdar Harp ve Cengiz Saltoğlu ile Orman Fakültesinden Zafer
Bilge vardı. Dernek merkezi Aksaray’daydı. Bir süre sonra Marmara Dev-Genç’in
şubesi olarak Beşiktaş Dev-Genç kuruldu. Civardaki okullardan 3 kişilik yönetim
kurulu vardı. UESYO’dan Fikret Akovalı, Yıldız İDMMA’dan Mehmet Ali Özer ve
Yüksek Denizcilik’ten Ahmet Kenger. Derneğin yeri Beşiktaş Meydanına inerken, sağda
Barbaros Bulvarı üzerindeki İETT durağının arkasındaydı.
Bütün bu derneklerin
yönetim listesinde hiç kadın yok. Oysa aramızda her zaman son derece fedakar ve
militan kadın arkadaşlar da vardı. Timur, eski günlerden konuşurken buna
hayıflanır ve “Bunun garipliğini niye düşünememişiz o zamanlar? Herhalde
arkadaşlarımızı tehlikeye atmamak için, saldırılardan koruma güdüsüyle böyle
yapmışız” derdi.
1976 yılı yaz aylarında kurulan
Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu yasal bir bahaneyle devlet tarafından
1978 yılının ilk aylarında kapatılmıştı. Marmara Dev-Genç kurulduktan hemen
sonra ülke çapında yeni bir merkezi gençlik örgütlenmesi için çalışmalar
başlamıştı. 1978 yılı Haziran ayında Tüm
Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEV-GENÇ) kuruldu. Yasin Ketenoğlu’nun
başkan olduğu bu federasyonun yönetiminde Timur Semerci de yer aldı. Kuruluş
çalışmaları için Ankara’ya gitti. 31 Aralık 1979’da İskenderun’da öldürülen Ankara
Dev-Genç başkanı Necdet Erdoğan Bozkurt ile ODTÜ yurdunda kaldı.
Okullardan, mahallelere,
işçi ve memur kesiminden, mimar ve mühendislere İstanbul’da giderek yaygınlaşan
Devrimci Yol mücadelesini örgütleyenler arasında yer alan Timur Semerci’nin bu
yıllarda yaşanan kayıplardan onu en çok etkileyenlerinden biri okul
arkadaşımız, İTÜ Taşkışla’dan Güven Yılmaz’ın ölümüdür. Son derece kararlı ve
yetenekli bir devrimci olan Güven Yılmaz, Devrimci Metal-İş sendikasının uzmanı
olarak işçi örgütlenmesinde çalışıyordu. Adı gibi etrafına güven duygusu veren
bir arkadaştı. 24 Aralık 1978 Maraş katliamı sonrası ilan edilen sivil
sıkıyönetim döneminde, 13 Kasım 1979 günü sokakta tartıştığı mavi bereli asker
tarafından vurularak öldürülmüştü.
Timur’un hiç unutamadığı
bir diğer arkadaşı da 21 Ocak 1979’da trajik bir şekilde yitirdiğimiz
Beşiktaş’ın gençlik önderi ve Yıldız İDMMA’nın öğrenci derneği DEMAKD’ın
Başkanı Ayhan Aksoy’un ölümüdür. Ayhan aynı zamanda Timur’un İstanbul Dev-Genç
yönetiminden arkadaşıdır.
12 EYLÜL VE SONRASI
12 Eylül 1980 askeri
darbesine karşı İstanbul’da direnişi örgütlemeye çalışanların arasındaydı
Timur. Bir yandan Cunta’nın uygulamalarını teşhir etmek için kampanyalar
sürdürülüyor, işkence ve halka karşı şiddet uygulamaları protesto ediliyor, bir
yandan operasyonlar sonucu alınan darbelerin etkisi yeni örgütlenme
tedbirleriyle giderilmeye çalışılıyordu. Bu faaliyetler sırasında 5 Haziran
1981’de yakalandı. Aynı günlerde Gayrettepe siyasi şubedeydik. 29 Temmuz’da
tutuklandık. 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Numaralı Askeri Mahkemesinde
görülen Devrimci Yol toplu davasının 6 nolu sanığı olarak yargılandı. Hasdal,
Metris, Sağmalcılar Özel Tip cezaevlerinde süren 5 yıllık tutukluluktan sonra,
savunma aşamasında 26 Mart 1987 tarihli duruşmada tahliye olduk.
Tutukluluktan sonra ilk
kapatıldığımız Hasdal Cezaevinde aynı koğuşta kaldık Timur ile. Büyük bir
askeri kışla içindeki asker yatakhanelerini demir kapı, pencere takıp,
ranzalarla doldurup koğuş haline getirmişlerdi. Tuvalet ve su ihtiyacı bile
keyfi olarak yasaklanıyor ve eziyet aracı olarak kullanılıyordu. 1983 yılı
başında Timur’lar Metris’e biz Sultanahmet Cezaevine götürüldük.
Metris cezaevinde askeri
dayatmalara karşı mücadele ve 28 günlük açlık grevi sonrasında direnişi
örgütlediklerini düşündükleri tutukluları yarı çıplak olarak tecrit hücrelerine
atıp sürekli eziyet yapmışlardı. Timur Semerci de tecrite alınanlar
arasındaydı. Dava arkadaşımız Yasin Nuri Aydınlı’nın türküleri ve günlerce
süren “arkası yarın” hikayeleriyle uzun tecrit gecelerini nasıl şenlendirdiğini
anlatırdı bana. 1948 doğumlu, Töb-Der üyesi Yasin hocamızı da 2019 yılında
akciğer kanseri sonucu kaybettik.
EVE DÖNÜŞ
Davamız sürerken, savunma
aşamasında Mart 1986’da tahliye olup evlerimize döndük ama eziyet bitmemişti.
Zorunlu askerlik dayatması çıktı karşımıza. Henüz üniversite öğrencisi olanlar
için bile yaş sınırı 29 idi. Timur piyade olarak Amasya’ya yollandı önce.
Buranın Nizamiyesinde kendisini karşılayan bizden önce tahliye olup askere
alınan arkadaşımız Fikret Akovalı, hemen onu güvenceye almış. Fikret: “Bir
girerken bir de çıkarken görüldü Timur birlik alanında” diye anlatır o günleri.
Ağrı Patnos’a sevk oldu sonra. Orada da birlik içinde bir binanın inşaatını
yaptırmışlar Timur’a. İş gayet başarıyla tamamlanınca, Timur okula dönüp
mühendis olmaya da karar veriyor oradayken.
Çıkarılan öğrenci
affından yararlanıp okula dönen Timur Semerci, 1990 yaz döneminde İnşaat
Mühendisi olarak İTÜ’den mezun oldu. Okul arkadaşı Zeki Karadeniz ile 1993’te kurduğu
statik proje mühendisliği bürosunda çalışırken bir yandan TMMOB içinde toplumcu
mühendislik mücadelesini sürdürdü. İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Genel Kurul
delegesi oldu. 2000 yılında 37. Dönem İMO İstanbul Şube yönetim kurulunda görev
üstlendi.
Timur Semerci, 1993
yılında kurulan Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV)
Kadıköy Şubesinin çalışmalarına katkıda bulundu. 21 Ocak 1996’da kurulan
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Kadıköy ilçesine üye oldu. Düzenli olarak
aidatını ödüyordu ama parti çalışmalarına katılamadı. Son yıllarda yayınlanan
“Yol” dergisinin okuruydu. Köyden arar “Benim derginin yeni sayısı çıkmış, alıp
bana sakla” diye tembih ederdi…
KARABAL AŞİRETİNDEN HIDIR
KOÇ’UN TORUNU
12 Temmuz 1954’te Erzurum’da
doğan Timur Semerci’nin Babası Ahmet amca, annesi Ayhan hanım’dır. 12 Eylül
annelerinden olan Ayhan hanım, annem Adalet Aydın’ın da arkadaşıydı. 1990’da
vefat etti. Teknisyen Astsubay emeklisi olan Ahmet amca 13 Mart 2016’da vefat
etti. Çocuklarını okutabilmek için emeklilikten
sonra İstanbul ve Libya’da çalışmaya devam eden Ahmet Semerci, geçirdiği zor
hayata rağmen hep güler yüzlü bir babaydı. Ayhan hanım Çerkez göçmeni Erzurumlu
bir ailenin kızı. Ahmet bey Afyonlu bir ailenin oğlu.
Ahmet Semerci, aslında Dersim Hozat’ın Türktanır köyünden, Zaza Karabal Aşiretinin büyüğü Hıdır Koç’un oğlu olduğunu, 3 yaşındayken ailesinin Dersim katliamında yok edildiğini, kendisiyle birlikte sağ kalan abisinin çıkıp gelmesiyle 15 yaşındayken öğreniyor. Ahmet amcanın dramatik öyküsünü oğlu gazeteci Yavuz Semerci 2009’da yazmıştı. ( https://m.bianet.org/biamag/toplum/118451-size-bir-dersim-hikayesi-anlatayim )
4 erkek kardeşin en
büyüğüdür Timur. Kardeşleri Tamer ve Yavuz
da Dev-Genç’liydi. Küçük kardeş Levent Semerci başarılı bir film yönetmeni
oldu. 12 Eylül 1980 darbesi sırasında çocuk yaştaydı. Senaryosunu yazıp, 2011’de
çektiği “Ayhan Hanım” filmi, kendi tanıklığı yanında sembolik ögeler de
kullanarak 12 Eylül 1980’i en iyi anlatan filmlerdendir. (https://www.youtube.com/watch?v=_EcYBL2fOZs
)
Abisine çok düşkün
olan Levent, yaşamını sürdürdüğü Almanya’dan koşup geldi hastaneye. “O benim
sadece abim değil, babam gibidir” diyordu. Başucunda beklerken Chopin
melodileri ve Sezen Aksu şarkıları dinletti Timur’a.
ANKARA, MUŞ, İSTANBUL
ve KAPTAN ARİF
İlkokul, ortaokul ve lise
birinci sınıfı Mamak, Yenimahalle, İsmetpaşa gibi Ankara’nın farklı semtlerinde
okuyan Timur Semerci, babasının tayiniyle gittikleri Muş’ta liseyi bitiriyor. Lise
takımında ve Muş Spor’da futbol oynuyor. İyi santrfor. Kafa golleri etkili. Muş
Spor Voleybol takımıyla Türkiye Şampiyonasına katılıyor. 1973-74 öğretim
yılında İTÜ İnşaat Fakültesine kaydını yaptırıyor. Ahmet amca emekli oluyor ve
Semerci ailesi de İstanbul’a taşınıyor. Suadiye
Kaptan Arif’te evleri. Mahalle arkadaşları Timur’u çok seviyor. Bu arkadaşlar
arasında Erenköy Kız lisesinde okuyan Ayşe Saydı da var. Rize Pazar’lı Laz baba
ve Yunanistan göçmeni öğretmen annenin kızı. Ayşe’ye “Edebiyat” çalıştırıyor
Timur. Sevgili oluyorlar.
O gün bugün hiç eksilmedi
Ayşe’nin Timur’a sonsuz bağlılığı. Zor günleri birlikte omuzladılar. Ayşe
Fikirtepe Eğitim Enstitüsüne giriyor. Bir yandan çalışıyor. Hep çalıştı Ayşe.
Timur’un tedavi sürecinde koşullar nedeniyle IBM’den emekli olduğunda 40 yılı
bulmuştu emekçiliği.
Ben Ayşe’yi telaşlı bir koşturmayla
İstiklal Caddesinin arka sokaklarındaki İTÜ-DER’e gelişinden anımsıyorum.
Okulda bir hadise olmuştur mutlaka. Çiçekli elbisesi ve çift örgülü saçı vardı.
Girer girmez “Timur nerede?” diye sorardı. Ayşe, Timur’un 8 yıllık tedavi
sürecinde de hiç ayrılmadı yanından. Timur o süreçte nice zorlukları aştıysa,
en büyük pay Ayşe’nindir. Ayşe, Timur’un ömrünü uzattı.
12 Şubat 1979’da evlendiler.
Darbeden bir ay sonra, 26 Ekim 1980’de kızları Burçak doğdu. Çok zor günlerdi
zaten, Timur ve Ayşe için daha da zor. Evden eve geçilen günler, Ayşe’nin
kucağında bir bebek. Bir gün polisler Timur’u aramaya baba evine gelmişler. Ayhan
hanım bebek Burçak’ı yorgan denklerinin arasına saklamış, görmesinler, ne olur
ne olmaz diye…
UMUTLA DİRENİŞ
Timur Semerci dirayetle
sürdürdü zorlu tedavi süreçlerini. Öyle ki “Literatüre girdin sen” dedi bir
görüşmede doktoru. Bu zorlu tedaviyi bunca yıl sürdürebilen yokmuş. Bir yandan
Küçükkuyu’da Kaz Dağlarına sırtını yaslamış Çetmibaşı köyünün yukarısındaki Pan
sitesinde ulu çınar ağaçlarının gölgesinde evini, bahçesini yaptı. Belki
kemoterapi seanslarından daha etkili olmuştur doğayla barışık yaşamı. Orası
taşlık bir yamaçtı. Ayşe ile birlikte büyük emek harcayıp sevgiyle
güzelleştirdiler orayı. Sevdikleriyle orada buluştular. Hatta geçtiğimiz
aylarda, hastalık artık Timur’un ayakta durmasına bile izin vermezken,
projesini çizip bir tadilat yaptırdı evinde. “Geldiğinizde daha rahat
kalabilirsiniz artık” diyordu.
Kızı Burçak, Paul ile
evlendi. Torunu Ela Amerika’da Şikago’da doğdu. 4 Temmuz’da 7 yaşına girdi.
Ela’nın doğumu ve umutla büyümesi büyük mutluluk verdi Timur ve Ayşe’ye. Ela
geldiğinde oynasın diye ona köyde masallardaki gibi bir ağaç ev yaptı Timur. Yaptığı
her iş gibi, çok güzel oldu Ela’nın evi. Gücü azalmıştı, Fikret ile boyamaya
yardıma gittik Timur’a.
Timur ve Ayşe, kemoterapiye
ara verildiğinde Ela’yı görmeye tekrar Şikago’ya gidecekti. 2 Temmuz 2016
akşamı okul arkadaşımız Sermet Parkın’ın Galatasaray’da işlettiği lokantada
İTÜ-DER ve Marmara Dev-Genç yönetiminden arkadaşlarıyla buluştuk. Farklı
şehirlerden o akşam için gelen arkadaşlarımız vardı. Timur’u sardık, sarmaladık.
Gözlerinin içi parlıyor o fotoğraflarda.
Bütün bu yıllar boyunca,
çok güldük, çok konuştuk. Her buluştuğumuzda kaldığımız yerden devam ettik
söze. Okuduklarımızı paylaştık. Son yıllarda İletişim’den, Ayrıntı’dan, Nota
Bene’den, Su Yayınlarından, Dipnot’tan çıkan, devrimcilerin anı kitaplarının
hepsini okudu Timur. Dostluk Yardımlaşma Vakfı desteğiyle yapılan sözlü tarih
çalışması kapsamında Cahit Akçam ile yayınlanmamış bir söyleşisi oldu. Benim
burada yazdıklarım bütün bunların küçük bir parçasıdır.
Geçen ay bir gün yine
yatakta ama sohbet edebilirken, “Eleman yaşadıklarımızı yazacağım ben de artık.
Torunuma mektuplar şeklinde yazmak istiyorum ama” demişti, çok sevinmiştim. Ama
zamanı yetmedi buna. Biraz da o yüzden Timur Semerci’nin öyküsünün bir özetini
yazmak istedim.
SESSİZ, SİTEMSİZ…
Timur ve Ayşe en son 16
Mayıs’ta kemoterapi için geldiler İstanbul’a. Hastalık omurilik ve beyin zarına
ilerlemişti. Başında bir giriş açtılar en son beynine ilaç vermek için.
Sıkıntısı çoktu ama gülerek karşıladı bunu da: “Kafama anten taktırdım eleman,
artık yabancı yayınları da çekebileceğim” dedi bana.
Sıkı Beşiktaşlıydı Timur.
Çarşı Grubunun da sempatizanı… Bütün maçları TV’den izlerdi mutlaka. Yeni stada
gidemedik bir türlü onunla. Taraftar kartımızı da birlikte almıştık oysa.
Beşiktaş’ın çifte şampiyonluğu son neşesi oldu. Beşiktaş’ta oturan arkadaşları
arayıp “Bakın oralara, etrafta başka kupa kaldıysa onu da alalım” demişti.
Evden hastaneye gelirken Beşiktaş forması da yanındaydı. Giymeye hali olmadı
ama…
Günlerdir bahçesindeki
çiçekler ve meyve ağaçları, komşusu ulu çınarlar ve gözünü Timur’dan ayırmayan
köpeği Anja onu bekliyordu. Komşularından Leman Açan ve Osman Sultuybek
bahçesinden fotoğraflar çekip, doğadaki umut güç versin diye yolladı. En son o
çiçeklere sevinçli baktı Timur hasta yatağında.
Yatağa düştüğünde, kedisi
ayak ucundan hiç ayrılmıyordu. Hayvanları da çok severdi Timur. Karşılıksız
sevgilerin insanıydı. İyi insandı. Bunu en iyi hayvanlar anlar…
Yiyemeyip, ilaçlarını ve
su dahi içemeyince 21 Haziran Pazartesi günü evden hastaneye Timur’u
götürdüğümüzde, koşup ilk gelen yine eski arkadaşları oldu. Onları gördüğünde
gözlerinde yine o ışık parlaması oldu. İlk günler konuşabiliyordu onlarla. Umudu
değil belki ama gücü tükendi sonra. Ağrılarını kesmek için verilen ilaçların
etkisiyle, suskun ve takatsiz günleri oldu. Kardeşleri geldiğinde yeniden
açıldı gözleri. Ela’nın doğum gününde (4 Temmuz) yine daha iyi oldu.
Son 3 yıldır Timur’larla aynı
apartmanda, karşılıklı dairelerde evlerimiz. İyi ki öyle yapmışız. Tedaviye
köyünden geldiğinde birlikteydik hep. Sesi kulağımda hala: “Bülent Aydın, çayı
koy geliyorum!” Yürüme güçlüğü çekiyordu. 3 adım atıp bize bile gelemiyordu ama
o kapının ardında olduğunu bilmek yetiyordu. Şimdi orada değil ama
kalbimizdedir daima yeri.
Bir şiir yazmıştım ilk
günlerden birinde hastane dönüşü. Ayşe onu okumuş Timur’a. Bir de video çekip
yolladı bana. Son görüntüsü odur bende arkadaşımın. Timur yatakta doğrulmuş, “Şiir
için teşekkürler kardeş, güzel bir şiir olmuş. Her zamanki gibi iltifatlarla
dolu…” diyor. Kulağımda saklıyorum sözlerini arkadaşımın. Çok özleyeceğim ben
taa 1975’lerden yankılanan o sesi. Keşke şimdi burada olsaydı.
Timur sonsuzluğa
gittiğinde onu almaya giderken yazdığım şiirle bitirmek istiyorum. Belki biraz
daha hüzünlüyüz fakat ne Timur Semerci’nin öyküsü ne de bizim kuşağın umudu bitmedi
burada.
TİMUR’A VEDA…
Yüzünde gölgelenirken gençliğim
‘Bırakma ne olur elimizi’ demiştim
Gün güne azalan gözlerini açarak
‘Ölmek bu kadar mı zormuş’ dedin
Bir direnişti yaşam onu elbet bilirim
Ölümü uzatmayı böyle bilmezdim
Her gün kurulan bir darağacı gibi
Gölgesinde yeni doğan günü bekledin
Sessiz sitemsiz gitmek böyle midir?
Ardında bıraktığın boşluğu azaltarak
Acılara dayanıp bizi alıştırarak
Damla damla yüreğimize veda ettin
Ben anlatırdım sen gülerdin
Sen kızardın ben çay koyardım
Çınarların gölgesine sığındığımız
O bahçede asılı kaldı artık neşemiz
Canının yarısıydın sen Ayşe’nin
Canımızın yarısını verebilseydik
Ne kaldı ki şurada biz de bilseydik
Yine öyle yan yana gidebilseydik
Bülent Aydın
27 Kasım 2021'de Bianet sitesinde yayınlandı.
https://bianet.org/biamag/other/253969-arkadasim-timur-semerci